Ilıca kontrol
noktasından çıktığımda ayak bileğim bir hayli şişmiş ve acı veriyordu. Daha
önümde yaklaşık 100K vardı ve acaba yarışı bu bilekle bitirebilecek miyim diye
endişelenmeye başlamıştım. Henüz başıma gelecekleri bilmiyordum tabiiki J
İznik ile ilk kez 2013
yılında tanıştım. O yıl dağ maratonu
koştum. O zamanlar için koştuğum en uzun mesafeydi. Henüz herhangi bir yol
maratonu koşmamıştım ve bir hayli kiloluydum. 2014 yılında ise hiç düşünmeden
Orhangazi Ultra’ya yazıldım ve 80K’lık parkuru 10 saat 25 dakikada bitirdim. 2015
için ise kayıtlar açılır açılmaz 130K için kaydımı yaptırdım. Bu sene TDS koşma
hakkı da kazandığım için bu yarışın önemi bir kat daha artmıştı. Şimdiye kadar
hiç koşmadığım kadar uzun bir mesafeyi koşacaktım ve bu yarış TDS için de çok
önemli bir sınav olacaktı.
İznik için çok da
planladığım gibi idman yapabildiğimi söyleyemem. Haftalık km’ler ve tırmanışlar
hedeflerimin altında kaldı. Daha önce hiç gece koşmadığım için gece koşusu
benim açımdan tam bir bilinmezdi. Bu yüzden En Uzun Gece yarışında 60K koştum.
Daha sonra Bakiye Abla’nın düzenlediği Çekmeköy ultralara katıldım (gündüz ve
gece koşuları), Geyik koşularına ve Antalya maratonuna katıldım. Planladığım
kadar olmasada iyi bir hazırlık dönemi geçirdiğimi söyleyebilirim. Yarış öncesi
hafta moralim çok üst düzeydeydi ve oldukça heyecanlıydım. Fakat son idmanda
Aydos’ta hafif tempo koşarken ayağımı feci burktum. Can sıkıcıydı. Bir iki güne
düzelir dedim ama tam olarak düzelmedi. Ayağımı dışa doğru bükemiyordum. Yol
koşusu olsa sıkıntı olmazdı belki ama arazide ciddi bir problemdi. Sakın koşma
diyeceğini tahmin ettiğim için doktora gitmedim. Koşmak istiyordum ama bir
taraftanda ya daha büyük bir sakatlık olurda uzun süre koşamazsam, ya TDS’yi
riske atarsam korkusu vardı. Bu düşünceler altında ailecek İznik’e doğru Cuma
sabahı yola çıktık. Sevgili dostlarım Alper Kılavuz ve Nurkan Kurt Orhangazi
Ultra, Serdar Ülker ise Dağ maratonu koşacaktı. Onlarla İznik’te buluşacaktık.
|
Eskihisar-Topçular Feribotunda |
Pansiyonumuza yerleştikten sonra ilk iş fuar
alanına gidip malzeme kontrolü yaptırmak ve numaramızı almak oldu.
|
Kızım da benim kadar heyecanlı :) |
|
Numaramızı Aldık |
Yemek ve göl kenarında biraz turlamadan sonra ben pansiyona dönüp eşyalarımı hazırladım. Koşu çantamı, dropbage konacak, Narlıca’ya Hayriye’nin getireceği ve finish noktasında kullanacağım eşyaları tasnifleyip çantalarına koydum. Ardından bir, iki saat uyumaya çalıştım. Akşam saatlerinde Alper, Nurkan, Serdar ve aileleri ile makarna partisine gittik.
|
Göl Manzarası :) |
|
Makarna Partisi |
|
Babalar ve Kızları |
Fuar alanında vakit geçirdik. Muhabbet güzeldi ama benim bileğimden dolayı canım sıkkındı. Vakit yaklaştıkça endişe katsayımda yükseliyordu. Ne olursa olsun start alıcaktım ve kesin kararımı yarış sırasında verecektim.
21:30 gibi pansiyona geri döndük. Hayriye
tarhana çorbası yaptı onu içtim. Birazda kahve keyfi yaptık. Hazırlanmak için
odaya çıktığımda üst katta kalan alman arkadaş tam takım hazırlanmış ve starta
gidiyordu. Geç mi kaldım acaba düşünceleri ile koştur koştur hazırlandım.
Start alanında ilginç bir sakinlik vardı. Biraz
fotoğraf çektirip yalandan bir iki ısınma hareketi yaptım. Vakit gelmişti ama
kimse start alanına geçmiyordu. Herhangi bir anons falan da yapılmadı. Bu
anlamda biraz zayıf başlangıç oldu diyebilirim.
|
Geçen senenin şampiyonu ile birlikte |
|
En Büyük Destekçim Sevgilim Eşim |
|
Nurkan'la birlikte. Sabah 80K koşacak Ama Gene de Starta Geldi |
|
Başıma Geleceklerle İlgili Derin Düşüncelere Dalmışken |
|
Start İçin Sabırsızlanıyoruz Artık |
Gece yarısına bir kaç
dakika kala koşucular start alanına birer ikişer geldi. O meşhur kaymakam da
geldi. Buradan bir kez daha yazayım. Heleki bu değişen parkurdan sonra dağ
maratonu için “Kaymakam bu parkuru yürüyerek bitirdi. Herkes bitirebilir”
tarzında söylemlerde bulunmayalım. Bu gerçekten yanıltıcı bir söylem.
Startla beraber
elitler kaptırdı gitti. Benim ilk planım yarışı 18 saat civarında bitirmekti.
Yapmış olduğum plana istasyonlarda geçireceğim süreleri eklememiştim. Amacım
Ilıca’ya kadar planladığımdan biraz daha hızlı gidip o süreleri peşin peşin
kazanmaktı. Başlangıçta ne kadar yavaş gitmem gerektiğini kendime söylesemde
başaramacağımdan emindim J O yüzden hızlı gidip kendime ilerde
harcıyacağım bir süre kazanmak mantıklı geliyordu. 6 civarı bir pace’le koşmaya
başladım. İlk kontrol noktası Dikilitaş’a nasıl geldiğimizi anlamadm bile. Ayak
bileğim hafif hafif sızlıyor ama çok sıkıntı yaratmıyordu. Dikilitaş’da hiç
durmadan devam ettim. Bir süre sonra Bakiye Abla’ya yetiştim ve geçtim. Beraber
geçtiğimiz grup içinde birisi “Biz şimdi Bakiye Abla’yı geçtik ama gör bak en geç
80. ya 90. Km’de yetişip bizi geçicek” dedi. Gerçekten de öyle oldu. 90 değil
ama 100K civarlarında beni geçti J
Boyalıcaya doğru devam
ederken parkur asfalt yola bağlanıp hafif tırmanmaya başlıyor sonrasında ise
sola zeytin tarlalarının içine giriyor. Önümde giden bir kaç yabancı
koşucu bu sapağı kaçırdı, seslenip
uyardım onları. Zeytin tarlaları yer yer balçıktı ve zemin çok engebeliydi.
Burda bileğim daha çok acı vermeye başladı. Ben de artık batonları kullanma
vakti geldi dedim. İlk batonu her zamanki gibi 115 cm’ye ayarladım. Fakat ikinci
batonun ilk parçası kilitlenmeyi bir türlü kabul etmedi. Ne yapsam olmadı. Çok
ama çok sinirlendim. Bi dolu para verip kaliteli bir ürün aldığımı düşünüyordum
ve daha önce sadece iki defa kullanmıştım. Neden kilitlenmez ki bu
baton?? Ardından beni yarış boyu etkileyecek bir hata yaptım. Problemli batonun
üst parçasını max seviyesinin biraz daha üstüne çıkarıp kilitledim. Diğerini
ise ayarladığım gibi 115 cm’de bıraktım. Bu şekilde sanırım bi 10 cm falan fark
vardı iki baton arasında. Biraz denedim. Çok da kötü değil diye devam ettim. Problemli
baton sert ve kuru zeminlerde çok sıkıntı çıkarmıyordu ama biraz çamurlu bir
zemine geldiğimde o kilitlenmeyen parça zemine yapışıyor ve baton istem dışı
uzuyordu. Sinir bozucu L
|
Boyalıca İstayonuna Girerken |
|
Boyalıca'da Atıştırmaca |
Bu şekilde yoluma devam
ettim. Biraz sıkıntılı da olsa fena gitmiyordum. Zihnimi sürekli bileğimden
farklı konulara odaklamaya çalışıyordum. Bir süre sonra çalışmama gerek
kalmadı. Herkesin merakla beklediği 130K parkuruna yeni eklenen o meşhur yokuşa
geldim. Burası bizim Aydos’ta zirveye çıkmak için tırmandığımız “duvar”
dediğimiz yokuşu anımsattı bana. Eğim ve arazi yapısı hemen hemen aynı idi ama
tabiiki bu yokuş en az 3 kat daha uzundu J Yokuşu fena
tırmanmadım. Ardından Ilıca’ya doğru tatlı bir eğimle inmeye başladık. Ilıca’ya
gelmeden önce önümde birinin düştüğünü gördüm. Hemen yanına koştum. Ciddi bir
şeyi yoktu ama çenesinin altı kanıyordu. Tanıştık. Fedai Kürtül imiş. Biraz
beraber koşup muhabbet ettik. Ardından ben hızlanıp devam ettim. Ilıca kontrol
noktasına gelmeden önce sola dönüşü kaçırıp yanlış yola girdim. Bir müddet
böyle gittim. Sonra hiç işaret olmadığını fark edip geri döndüm. Ilıca’ya
geldiğimde bileğim bir hayli şişmişti. Burda biraz atıştırıp bileğime soğutucu
sprey sıktım ve devam ettim.
Ilıca – Anaçayırı
arasında sağ quadricepsimde ağrı hissetmeye başladım. Bu şaşırtıcı idi. Çünkü
daha parkurun çok başlarındaydık ve bu kadar kısa mesafede quad’larımın
şişmesi, ağrıması pek olası değildi. Önce önemsemedim ama özellikle yokuş aşağı
attığım her adımda sağ ve sol quad’larım arasında ciddi bir ağrı farkı olduğunu
hissediyordum. Neden böyle oldu diye düşünürken birden farkına vardım. Enayice
bütün o geride kalan km'lerde sağ elimde hep uzun batonu taşımıştım. Bu da ister
istemez sağ bacağıma daha fazla yüklenmeme neden olmuştu. Al sana bir ders
daha. Bundan sonra ilk önce batonları değiştirdim daha sonra ise sağlam batonu
da problemli batonla aynı seviyeye getirdim. Batonlar kısaydı ama hiç yoktan
iyiydi. Bütün bu hengame yüzünden Ilıca – Anaçayırı arasındaki parkurdan hiç
keyif almadığımı söyleyebilirim. Artık hava aydınlansın, güneş çıksın istiyordum.
Güneşin doğuşunu göremedim. Ortalık aydınlanmış kafa fenerimi söndürmüştüm.
Anaçayırı – Örnekköy arası parkur da çok sevimsizdi. Örnekköy istasyonundan
dropbag noktası olduğu için daha fazla beklentim vardı. Ama çok yetersizdi.
Geceden çıkmıştım, üşümüştüm ve sıcak bir şeyler istiyordum. Çorba, çay,
kahve.. Fakat sıcak hiç bir şey yoktu. Çorba Narlıca’da var dediler. Ee ama
kardeşim bizim gibi faniler için Narlıca parkur içinde çok uzak bir nokta. Hem ben Narlıca’ya öğlen sıcaktan pişmiş vaziyette varıcam. Çorba şimdi
lazım. Umarım organizasyon seneye bu konuda bir iyileştirme yapar.
Örnekköy’de ayakkabı
hariç bütün kıyafetlerimi değiştirdim. Kafa fenerimi de geceye kalmayacağımı
hesapladığım için dropbage bırakıp daha hafif ama çok daha güçsüz fener ile
değiştirdim. Başka bir hata. Neyime güvenip böyle bir plan yapıyorumki??
Sölöz’e doğru göl kenarından oldukça keyifli
koştum. Hava sabah serinliğinde koşmak için çok güzeldi. Sölöz Burnu – Sölöz
arasındaki zeytin tarlalarına geldiğimde bileğim çok fazla ağrı vermeye
başlamıştı. Burda hızım bir hayli düştü.
|
Sölöz Burnuna Doğru. Foto:Ezgi Özek Imrak |
|
Sölöz Burnu - Sölöz Arası Zeytin Tarlalarında |
Sölöz istasyonunda Kerem Sadi’yi gördüm. Biraz
muhabbet ettik. Böyle giderse bırakabileceğimi söyledim. O ise “aman çabuk
karar verme, hızlı hızlı yürüyerek de bitirebilirsin” diyip cesaretlendirdi beni. Koşucu dayanışması J Çeşmede güzelce bir yıkandıktan sonra devam
ettim. Asfalt yolda giderken sağdan tırmanışa başlıyacağımız çıkışı kaçırdım.
Bir süre böyle devam ettim. Sonra hatamı anlayıp geri döndüm ve tırmanmaya
başladım. Burası parkurdaki iki büyük tırmanışın ilki. Geçen sene tersrten 80K
koşarken bu yokuşu indiğimde “tamam işte yarış bitti” diye düşünmüştüm. Şimdi
ise her şey yeni başlıyordu diyebilirim. Eğim izin verdikçe ufak ufak koşuyor
ama çoğunlukla tempolu yürüyordum
|
Sölözden Narlıca'ya Tırmanırken |
Bileğim iyice coşmuştu.
Bu yokuşta diğer bir hatamın farkına vardım. Ne kadar su içersem içeyim
boğazımdaki kuruluk hissi gitmiyordu. Sonra tuvaletimi yaptığımda fark ettimki
idrarım çok koyu sarıydı. Yarış öncesi üç şişe 500ml’lik izotonik içecek
hazırlamıştım. Bir şişeyi yanıma aldım. Onu bitirdim. Dropbag’e de bir şişe
koymuştum. Örnekköy’de ikinci şişeyi aldım. Son şişeyi ise Narlıca’da almak
için Hayriye’ye verdim. Fakat şu ana kadar içtiklerim bile çok fazla gelmişti.
Bu noktadan sonra içmeyi bıraktım. Fakat bu susuzluk hissi nerdeyse yarış
sonuna kadar devam etti. Yokuş bitip Narlıca’ya doğru inişe başladığımda suyum
bitmişti. Akan derelerden su içerek susuzluğumu gidermeye çalıştım. Çantamı
çıkarıp akan dereden tüm su torbasını doldurmak aklımın ucundan bile geçmedi J
Bu da doğru düzgün düşünemediğimin bir göstergesi sanırım.
Narlıca inişinde sağ
quad ağrım bileğimi unutturacak seviyeye gelmişti. Oldukça yavaş iniyordum.
Narlıca’ya bir kaç km kala arkamdan birinin yaldır yaldır geldiğini duydum.
Kesin Emmanuel geliyor dedim. Durdum, döndüm, beklemeye başladım. Adam koşmuyor
sanki uçuyordu o dimdik yokuşta. Biraz arkasından ise vatandaşı Girondel geliyordu.
Onun da Emmanuel’den pek farkı yoktu. Çok acaip bir deneyimdi benim için. Demek bu yokuşlar böyle de inilebiliyormuş!! :)
Narlıca’da bizimkiler
karşıladı beni. Onları görmek gerçekten büyük bir moral ve motivasyon kaynağı.
Burda çoraplarımı ve ayakkabılarımı değiştirdim. Salomon XT6’ları ayak
tabanlarımda taş taşıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. New Balance
Leadville’ler ile ayak tabanlarım bayram etti diyebilirim J
Burda güzelce beslenip devam ettim.
|
Narlıca'da Beslenirken |
|
Hayriye'den Son Taktikleri Alıyorum :) |
Narlıca – İznik arasını daha önce tersten
de olsa iki defa koşmuştum. Parkuru biliyordum. Aslında bildiğimi sanıyormuşum.
Yokuşlarda yürürüm, inişlerde, düzde yavaş yavaş koşarım en fazla 6-7 saatte
bitiririm diyordum. Saat 1’de doğru Narlıcaya gelmiştim dolayısıyla akşam 8
gibi biter bu yarış diyordum. Ama Parkur bana ultra koştuğumu hatırlatmak için
bekliyordu.
Narlıca'dan sonra son büyük tırmanışa başlamak için göl kenarında asfalttan koşmaya başladım. Bu sırada bizimkiler arabayla yanımdan büyük bir coşkuyla geçtiler :) Bir kaç yüz metre ilerde sağa park edip beni beklemeye başlamışlar. Burada kızımla bir müddet birlikte koştuk. Koşuya çok meraklı ve ilgili. İnşallah bu ilgisi ilerde kaybolmaz :)
|
Hep Destek Tam Destek :) |
|
Kızımla Birlikte |
Bir sonraki hedef Müşküle Köyüydü. Bakalım teyzelerimiz bizi bekliyor
muydu?
|
Müşküleye Tırmanırken |
Evet, her zamanki gibi büyük bir coşku ile karşıladılar beni ve diğer
koşucuları. Burdan tekrar teşekkür edeyim kendilerine J
Müşküle – İznik arası parkur nerdeyse tamamen değişmişti. Oldukça da
zorlaşmıştı. Süleymaniye’ye doğru tırmanmaya devam ettim. Yeni eklenen orman
için patika çok güzeldi ama ben çok yorulmuştum. Sağ bacağım inanılmaz ağrımaya
başlamıştı. Sıcakta iyiden iyiye etkisini göstermişti. Bu tırmanışta iki defa
soluklanmak için durmak zorunda kaldım. Ağzımdaki kuruluk hissi asabımı bozmaya
başlamıştı. 100K civarlarında Bakiye Abla bana yetişti ve “ayaklarım çok
ağrıyor” diye diye geçti gitti J
Süleymaniye’ye doğru
inişe başladığımda acıdan bağırıyordum artık. Yürüteçle yürüyen yaşlılar gibi
iniyordum yokuşları. Zihnim artık bırak diyordu. Saatlerdir koşuyor ve
yürüyordum. 100K’yı devirmiştim. Şimdiye kadar koştuğum en uzun mesafeydi.
Aslında hedeflerime ulaşmıştım. Daha büyük bir sakatlık riskini almaktansa
bırakmak en iyisiydi. Öyle miydi acaba? Sürekli kafamda bu düşünceler
dolanıyordu. O ara Elena ve bir arkadaşı selam vererek geçti yanımdan. Daha
önce Alessia geçmişti. Bir hayli 80K koşucusu geçmişti aslında. Hep önlerde görmeye alıştığım Elena’yı böyle
geride görmek şaşırtmıştı beni. Elena bile yarış bıraktı oğlum sen niye bu
kadar düşünüyorsun diyip Hayriye’yi aradım, durumumu anlattım ve Süleymaniye’de
bırakacağımı söyledim. Hayriye ise “bırakmanı kesinlikle yasaklıyorum sana” diye
cevap verdi J
Telefonda bir kaç dakika bu konuyu tartıştık. O bitirebileceğimden çok emindi.
Ama ben pace’ime baktığımda 15’leri görüyordum. Bu şekilde devam etsem ya ucu
ucuna bitecek ya da ucu ucuna cut off’a takılacaktım. Hayriye’ye Süleymaniye’de
durumumu değerlendirip ona göre son kararımı vericem diyip kapattım telefonumu.
İyi kötü haftalardır bu yarış için hazırlık yapıyordum, yarış öncesi bileğim
yüzünden endişelenirken şimdi bambaşka bir sebeb yüzünden bırakmayı
düşünüyordum. Ultraların güzelliğide sanırım içinde barındırdığı bu
belirsizliklerin çok fazla olması. Her türlü olumsuzluğa hem fiziksel hem de
zihinsel olarak hazır olmak lazım.
Süleymaniye’de ambulans
yoktu. Ağrı kesici, kas gevşetici vb. bir şeyler sordum ama onlarda yoktu.
Yarış boyunca ilk defa oturdum. Önce iyice bi beslendim. Sonra kendi kendime
masaj yaptım, esneme yaptım. Burda yarışı bırakırsam ne olacağını sorguladım.
Dediler araç yok, bizim işimiz bitene kadar ya da bir araç bulana kadar burada
beklersiniz.Ya kös kös burada oturacaktım ya da öyle ya da böyle devam
edecektim. Burda beklemenin hiç anlamı yoktu. Ağır aksak düştüm gene yola.
Fazla bir süre geçmeden Hayriye arayıp ne yaptığımı sordu bende bırakmadığım ve
devam ettiğimi söyledim. Derbent’e beni karşılamaya geleceklerini söyledi. Ben
de şimdi çıkmayın benden haber bekleyin ben 3 saate kadar ancak gelebileceğimi
söyleyince Hayriye şaşırdı. Nasıl yahu en fazla 1.5 saatte koşarsın sen 15K’yı
dedi bana J
Ancak bu konuşmadan sonra durumumun farkına vardı sanırım. Benden haber
beklemelerini gelirken de buz torbası, voltaren krem ve kas gevşetici, ağrı
kesici haplardan getirmesini istedim. Telefonu kapattıktan sonra bir koşudaki
en duygusal anımı yaşadım. Nasıl olduğunu anlamadan gözlerim doldu!
Aslında parkurun en
keyifli bölümü Süleymaniye – Derbent arasıydı diyebilirim. Nefis manzara vardı.
Göl solunuzda. Güneş artık tepede değil ve görüntüler daha yumuşak. İyiki
patika koşusu yapıyorum dedirtecek türden manzara vardı. 700mt yürü 300mt koş
yapmaya çalıştım. Tutunabildiğim kadar tutundum buna. Bir yerde iki çoban
köpeği saldırdı. Bir türlü bırakmadılar beni. Çoban aşağılarda türkü
söylüyordu. Köpekleri çekmesi için bağırdım bağırdım umursamadı. Yavaş yavaş,
adım adım uzaklaştım köpeklerden. İlerde başka bir köpek ve çoban vardı. Çobana
hemen selam verdim ve ardından köpek tınmadı bile beni. Böyle durumlarda ilk
yapacağınız çobanla iletişime geçmek olmalı. Köpek kovucular falan çoğu zaman
çoban köpekleri için etkili olmuyor. Bir yerde yeşilliklerin içindeki bir evin
bahçesindeki bir abi telefonda bir arkadaşı ile konuşuyordu. Telefonda “Nerde
miyim? Ben cennetimdeyim” dediğini duydum. Gerçekten cennet gibiydi ortalık.
Bense çok fazla tadını çıkartamıyordum bu cennetin.
Derbent’e 1km falan kala Hayriye’yi gördüm. Derbent’de
beklememiş beni karşılamaya çıkmıştı. Beni bir kez daha şaşırtmıştı. Görür
görmez de moral vermeye başladı. Sohbet ederek birlikte Derbent’e yürüdük.
|
Derbent'e yaklaşırken |
|
Manzara Çok Güzel Ama Benim Tadını Çıkartıcak Ruh Halim Yok |
Burda önce malzeme
kontrolü yapıldı. Ardınan ben kendimi bir sandelyeye bıraktım. Hayriye başımda
koşturup durmaya başladı. Öncelikle Hayriye’nin getirdiği buz torbaları ile sağ
quadımı soğutmaya başladık. Muz yedim, kahve içtim. Kas gevşetici hap içtim. Daha
sonra Hayriye voltaren’le bacağıma masaj yaptı. Elit atletler gibiydim ve mükemmel
bir destek ekibim vardı J. Yahu bana kaymaklı ekmek kadayıfı bile
getirmişti J
3, 4 çatal aldım. Bütün bunları yaparken sanki bir fantastik kurgu filminde
gibi hissediyordum kendimi. Kafamdan türlü türlü düşünceler geçiyordu. Bu
yarışı bir şekilde bitirmeli bunca desteği boşa çıkarmamalıydım. Üşüdüğüm için
yağmurluğumu giydim. İşimi görecek mi görmeyecek mi endişesiyle ufak kafa
fenerimi taktım. Burada bir hayli vakit geçirince vücut kendini bıraktı ve
yeniden yola koyulmam bir hayli zorlu oldu. Bu arada Ayşe Zübeyde uyanmış ve “Baba
ben de seninle gelicem” diye tutturmuştu. Birlikte bir 30-40 mt yürüdük sonra
Ablama emanet ettim kızımı. Böyle bir ailem olduğu için çok şanslıyım sanırım.
Onlar olmasa kesin bu yarışı tamamlayamazdım.
|
Derbent'de Yenilenme. Elimde Kaymaklı Ekmek Kadayıfı Var! |
Derbent - İznik arası
eğim grafiğine göre sürekli bir iniş olması lazım ama biz gene daracık bir
patikadan tırmanmaya başladık. Aklıma Belgrad ormanı ve Geyik Koşuları
geliyordu. Burada önümde giden ve patikayı arayan Mahmut Şentürk ile tanıştım
ve birlikte devam etmeye başladık. Muhabbet ediyor ve tempolu yürümeye
çalışıyorduk. Önümüzde yabancı bir koşucu vardı ve pacer’ı ile birlikte
koşuyordu. 136K boyunca pacer’lık yapmak nasıl bir iştir şaşırdım kaldım J
Hızımıza göre 23:00-23:20 arası bir sürede bitireceğimizi hesaplamış ve artık
rahatlamıştım. Bitti bu yarış diyordum kendi kendime. Yavaş yavaş son inişide
tamamladık ve bir süre sonra kendimizi tarihi kapıdan İznik’e girerken bulduk.
Alkışlayanlar ve tebrik edenler başladı. Mahmut’la neden Köfteci Yusuf’un
arkasından hemen sahile inip yarışı tamamlamadığımızı 136K yerine 135K olsa ne
fark ederki diye konuşuyorduk. Sonra anladıkki organizasyon bizi şehrin en
kalabalık caddelerinden geçirip halktan, seyircilerden alkış, destek almamızı
istemişti. Çok fazla alkış yoktu ama olanlar bile ağzımın kulaklarıma varmasına
yetiyordu. Sahile inince Hayriye’yi aradım. O da beni Serdar’la finish
noktasında bekliyormuş. Ve ardından büyük bir keyif ve mutlulukla finish
takının altında geçip yarışı 23 saat 7 dakikada tamamladım.
|
Ağzım Kulaklarımda |
|
Finish |
|
Yüz İfadem Çok Şey Anlatıyor |
|
Mesafe Arttıkça Madalya da Büyüyor :) |
|
Mutlu Son |
Haftalardır
hazırlandığım, rüyalarıma giren bir yarışı, çok zorlu ve acılı bir 23 saatin
sonunda bitirmiştim. Her açıdan epik bir yarış olmuştu. Ultra koşmanın ne denli
zorlu ve bilinmezlikle dolu olduğunu anlamış oldum. Her açıdan müthiş bir
deneyimdi. TDS öncesi hem gözüm korktu ve hem de kendime olan güvenim arttı.
100K ve üzeri koşmak gerçekten zor işmiş bunu anladım. Aynı zamanda bir çok
ders çıkarttığım bir yarış oldu:
- Bütün malzemelerini
yarış öncesi tek tek kontrol et işini şansa bırakma
- Gerçekçi ve kendine
karşı dürüst ol. Gösteremeyeceğin bir performansa göre plan yapma
- Bu bir ultra maraton
kesinlikle hızlı başlama
- İzotonic içecekleri
kontrollü tüket
- İstasyon aralıklarını
ve yükseltileri iyi analiz et. Parkurda susuz kalma.
- Yanında kas gevşetici
ve ağrı kesici ilaç taşı. Bunlar doping sınıfına girer mi bilmiyorum. Gerçi bizim
gibi faniler için ne dopingi J
- Daha çok idman yap.
Özellikle iniş idmanı yap
Bu yarışla birlikte
İznik’te üçlemeyi tamamlamış oldum.
|
Üçleme |
Ufak tefek eleştiri noktaları olsada süper
bir organizasyondu. Emeği geçen herkesi tebrik ederim. Seneye gene 130 parkurunu
koşar mıyım şu an açıkcası bilmiyorum ama bildiğim tek şey şartlar uygun olduğu
sürece İznik’e koşmaya geleceğim J
Comments
Post a Comment