Ultralara başlarken herkes kendi iç sesini bulmaya/dinlemeye çalışır. Foto: Cem Gaygusuz |
2016 İznik kayıtları ilk
açıldığında kaydımı 80K için yapmıştım. Geçen sene parkurda yaşadığım sakatlık
sonrası bir hayli sıkıntı yaşamıştım ve bu sene aynı sıkıntıları yaşamak yerine
keyifli, hızlı bir 80K koşmak gibi bir planım vardı. Fakat 2016 UTMB kuralarında
şans bana gülmeyince 2017 başvurusu için puan toplamak daha bir önem kazandı
benim için ve kaydımı 130K -yenilenmiş hali ile yaklaşık 139K- olarak değiştirdim.
Bir süredir şirket koşu takımının
antrenörlüğünü Koşan Adam Kemal Özdemir yapıyor. Yarışa hazırlık için onun
hazırladığı idman programlarını uygulamaya çalıştım. Birebir uygulayamadım
tabiiki; zaman planıma ve ruh halime göre esnettim, değiştirdim. Yardımları ve
desteği için kendisine buradan bir kez daha teşekkür ederim. Bu sene çok güzel
bir Aydos koşu grubumuz oluştu. Geçen sene tek başıma yaptığım çoğu idmanı grup
halinde yapabildik. Grubumuza Aydos 537 (Aydos Tepe Koşucuları) adını verdik J Genelde Cumartesi günleri tepe tekrarları ve Pazar günleri ise
uzun koşular yaptık. Tepe tekrarlarının performansıma inanılmaz katkısı
olduğunu söyleyebilirim. Hafta içi ise İTÜ stadında intervaller ve tempo
koşuları yapmaya çalıştım. Aralara crossfit ve yüzme idmanları da ekledim. Geyik
koşularına ve Çekmeköy ultralarına da hazırlık amaçlı katıldım ve geçen
senelere göre daha iyi dereceler yaptım. İznik öncesi 68 Kiloya inmek gibi bir
hedefim vardı ama bunu tutturamadım maalesef. 70 – 71 arası bir kilodaydım.
Aslında uzunca bir süredir bu kilonun altına inemiyorum. 100+ iken buralara
geleceğimi düşünemezdim açıkcası. Kendime nihai hedef olarak 65i koymuştum
fakat yaklaşık 1,5 senedir bir türlü 70 kilo barajını aşamıyorum. Sürekli idman
yaptığım için de ciddi bir diyet yapmıyorum, yapmak istemiyorum. Bakalım bu
hedefi tutturabilecek miyim? J
Mart ortası gibi koşularda zaman
zaman kendisini gösteren kasık ağrım çok şiddetlendi. Koşamazsın diyeceği için
doktora gitmek istemedim. Biraz ara verdim, idmanları hafiflettim, buz, krem ve
esnetme çalışmaları yaptım. Ağrım azaldı ama tam olarak geçmedi. Açıkcası uzun
zamandır tam olarak geçmeyen bir çok farklı sakatlık ağrısı ile koşmaya devam
ediyorum. Misal geçen seneki yarıştan bir hafta önce ayağımı burkmamla başlayan
sakatlık %100 geçmedi. Sol ayak bileğimde hala ağrılarım devam ediyor. Bazen
çok artıyor ama genelde koşmama engel olacak seviyeye çıkmıyor. Ben ona iyi
davranıyorum – buz, krem, güçlendirme çalışmaları yapıyorum- o da bana iyi
davranıyor. 20K, 30K lık koşularda kasığım çok problem çıkarmıyordu ama
yenilenmiş yaklaşık 140K’lık parkurda ne yapacaktı merak ediyordum. Hem ağrı
eşiğimin yüksek olması hem de ağrılarla koşmaya alıştığım için çok da fazla
önemsemiyordum, öyle ya da böyle finishe ulaşacağıma dair bir güven duygusu
vardı. Cahil cesareti de diyebiliriz J
Bu sene de geçen sene olduğu gibi
Karpi Pansiyonda konaklayacaktık. 50K ve 80K koşacak olan sevgili arkadaşlarım
Serdar ve Nurkan’da aileleriyle birlikte aynı pansiyonda konaklayacaktı. O
yüzden tüm pansiyonu çok önceden rezerve edip kapatmıştık J
Feribotta Aile Pozu :) |
Cuma günü için izin almıştım.
Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra düştük yollara. Geçen sene yetişememiştim
ama bu sene Cuma namazını İznik Yeşil Cami’de kılmak istiyordum. Saat 12
olmadan pansiyonumuza varmıştık. Yerleştikten sonra Yeşil Cami’ye gittim ama
camii meğer tadilata alınmış. Bu sene de olmadı. Seneye artık J
Namaz sonrası bizimkilerle fuar alanında buluştuk. Hayriye’de Serdar’ın eşi Ceyda ile birlikte bu sene eklenen 15K’lık Derbent koşusuna katılacaktı. Onlarında arazideki en uzun ve ciddi koşuları olacağı için bir hayli heyecanlılardı. Kayıt işlerimizi tamamladık, fuar alanında rastlaştığımız arkadaşlarla, abilerimizle biraz muhabbet ettik ve sonra olmazsa olmaz Köfteci Yusuf’a gittik. Güzelce karnımızı doyurup market alışverişi yaptıktan sonra pansiyona döndük. Bizimkileri çocuk parkında bırakıp ben odaya çekildim. Önce çantamı ve dropbagi hazırladım. Sonra da uyumaya çalıştım J
Numaralarımızı Aldık |
Akşam üzerine doğru önce Nurkan
ardından Serdar geldi. Hep beraber tekrar fuar alanına gittik, biraz dolanıp
makarna yedik. Geçen seneki makarna düzeni daha güzeldi. Fazla oyalanmayıp
pansiyona geri döndük. Çay eşliğinde son dakika ders çalışan tembel öğrenciler
gibi parkuru çalıştık, tartıştık J
Pansiyonda Aile Pozu |
Gece yarısına doğru kostümlerimi
giydim ve hep beraber start alanına gittik. Bu sene start alanı geçen senekine
göre daha hareketli, sıcak ve samimiydi. Bu çok hoşuma gitti açıkcası. Fotoğraf
çektirip muhabbet etmeye başladık. Aykut Çelikbaş’ın uyarısı ile start
çizgisinin arkasında yerimizi aldık J
Hangi
yarış olursa olsun start çizgisinin arkasına geçince heyecanlanıyorum fakat
140K’lık bir yolculuğa çıkacağımız İznik Ultra öncesi duygular çok daha yoğun
oluyor. Ben yarışa konsantre olmaya çalışırken start verildi. Bu sene geçen
seneki gibi hızlı değil, temkinli gitmeye karar vermiştim. Her istasyon aralığı
için kendime bir hedef pace set etmiştim. Parkurun ilerleyen saatlerinde ister
istemez sapacağımı bilsemde olabildiği kadar bu plana sadık kalmaya
kararlıydım. O yüzden çok yavaş start aldım
Başlangıçta ihtiyaç duymadığım
için kafa fenerini açmamıştım. İznik caddelerinde koşuyorduk. Parkur bir yerde
paralel bir caddeyi kesip tam karşıda İznik surlarına paralel giden bir
sokağa giriyordu. Sokağın girişinin iki
yanına ışıklı trafik kukalarından koymuşlardı ama ışıkları yanmıyordu. Bana
yakın olan kuka kaldırımdan biraz açıkta duruyordu. Ben bu kukaların sadece
sokağa gireceğimizi ifade ettiğini sanarak
kuka ile kaldırım arasından geçmeye çalıştım. Beni tanıyanlar gece görme
konusunda problemli olduğumu bilir. Meğer orada kocaman bir çukur varmış. Ben
göremediğim için adımımı atmamla çukura kapaklanmam bir oldu. Çukur içinde de
yol kenarına konan bariyer demirlerinden vardı. Neyseki ciddi sonuçları olacak
bir kazayı sol avuç içimde biraz açılma ve sızlayan kaval kemiği ile atlattım.
Bu olaydan sonra hemen kafa fenerimi açtım. İznik öncesi Çekmeköy Night
Challenge sırasında kafa fenerim Fenix HP11 ile problem yaşayınca paraya kıyıp
Petzl Nao2 almıştım. Aydos’ta yarım saatlik bir deneme dışında hiç
kullanmamıştım ve nasıl bir performans göstereceğini merak ediyordum. Petzl
için daha sonra detaylı bir inceleme yazısı yazmayı planlıyorum. Kısaca çok
memnum kaldığımı söyleyebilirim. Gece boyunca hiç sıkıntı yaşamadım. Çok güçlü
bir aydınlatması var.
Bu talihsiz kazayı atlattıktan
sonra 6:30-7:00 arası bir pace’le koşmaya devam ettim. Bir süre sonra Bakiye
abla ile koşmaya başladık. Muhabbet ettik. Çok yavaş CutOff’lara takılmayacak
şekilde koşacağını söyledi. Koşu öncesi saatim Garmin Fenix3’ün Auto Lap
özelliğini kapatmıştım. Her istasyon girişinde ve çıkışında lap’leri kendim
belirleyecek ve bu şekilde hem istasyonlarda ne kadar süre harcadığımı rahat
hesaplayabilecek hem de istasyonlar arası planladığım paceleri kontrol altında
tutmak daha kolay olacaktı. Açıkcası saati bu şekilde kullanmak daha çok hoşuma
gitti. Her km sonunda saatin uyarması hem sinir bozucu hem de stress yaratıcı
bir faktörmüş meğersem J
İlk istasyon Dikilitaşı hiç
durmadan geçtim. Dikilitaş – Boyalıca arasında da tempomu bozmadım. Bu iki
istasyon arası yavaş yavaş diğer koşucuları geçmeye başladım. Boyalıca’da suyumu
tamamen doldurup Örnekköy’e kadar hiç durmamak gibi bir plan yapmıştım. Sonra
full dolu çantanın ağırlığı ile Boyalıca – Ilıca arasındaki yokuşu çıkmak
mantıklı gelmedi. Vazgeçtim. Boyalıca’da kanayan elimi güzelce yıkadım. Bir iki
balık kraker yiyip devam ettim. Geçen sene eklenen meşhur yokuşu koş/yürü
şeklinde çıktım. Burada 2014 Berlin Maratonu öncesi başlayan kalça ağrım tekrar
kendini gösterdi. Kasığım ise hafif hafif sızlıyordu. Hadi dedim acı yok. Daha
yeni başladık. Geçecek bu ağrılar. Daha yeni ısınıyoruz J Yokuşu çıkarken bir iki
koşucu daha geçtim. Ilıca’ya doğru inişe geçtiğimizde ise 4-5 kişilik bir
gurubu geçtim. Ilıca istasyonu bir hayli kalabalıktı. Hemen suyumu doldurdum.
Bir bardak kola içtim, bir iki bisküvi yedim ve hemen çıktım. Bu sene
istasyonlarda hem az süre harcamak hem de mideyi fazla doldurmamak gibi bir
hedef te koymuştum kendime. Zaten yeteri kadar jel/bar/cezeryem vardı J
Ilıca’dan ayrıldıktan sonra bir
müddet yabancı bir koşucuyla birlikte koştuk. Bazen biraz ben öne geçtim, bazen
biraz o öne geçti. Gülüştük ama hiç konuşmadık. Parkur bir yerde asfalta çıktı,
orada iki üç köpek havladı, korktu bizimkisi, yolu şaşırdı, seslendim yolu
gösterdim. Sonra da geride kaldı ve bir daha da görmedim.
Anaçayırı’na yaklaşırken Elena ve
Alper’i yakaladım. Elena seke seke koşmaya çalışıyordu. Bu şekilde nasıl
bitirecek dedim kendi kendime -Elena'nın o halde bu parkuru bitirmesi müthiş saygı duyulması gereken bir şey-. Selam verip devam ettim. Bir süre sonra arkamdan
kaptırmış gelen birinin ayak seslerini duydum. Alper, Elena’yı bırakmış,
hızlanmış geliyordu. Bu sefer o selam verip geçti gitti J Bir süre görüş alanımdaydı,
sonra kayboldu. Anaçayırına yaklaşırken hava aydınlandı ve fenerimi kapattım.
Tam Anaçayırı istasyonunda Alper’i yakaladım. Planıma baktığımda Anaçayırı -
Örnekköy arası 6:00 pace diyordu. Hızlandım. Bu arada Alper’le aram biraz
açıldı. Bu sektör tam anlamıyla bir labirent. Burada kaybolmak çok kolay. Bu
yüzden tüm algılarım açık koşuyordum. Örnekköy istasyonu girişinde Mustafa
Sezini gördüm. Ayakkabısı ile problem yaşıyordu. İstasyona girdiğimde Çekmeköy
grubunu gördüm: Tolga Güler, İlker Laçalar, Dinçer Köse, Aytuğ Çelikbaş ve
Özgür Öktem. Murat Akkaya rahatsızlığı yüzünden koşamıyordu ama arkadaşlarına
destek olmak için gelmişti. İstasyon istasyon dolaştı. Sağolsun bana da çok
yardımcı oldu. Ben geldikten sonra Çekmeköy grubu ayrıldı. Benden biraz sonra
Alper geldi ve çok fazla vakit harcamadan benden önce ayrıldı. Bu onu yarış
boyunca son görüşüm oldu. Bu istasyonda Mert Derman vardı. Hem Mert hem ismini
bilmediğim diğer arkadaşlar çok yardımcı oldular. Sürekli bir şeyler teklif
ettiler: Çay, çorba, kola, sularımı doldurma vs. Ben de önce üstümü değiştirmek
istediğim ve kontrolünde ben de olmasını istediğim için tamam tamam diyip geri
çevirdim. Ne cins adam demiş olabilirler, kusura bakmasınlar. Burada gece
kıyafetlerimi çıkardım, şort ve kısa kollu tshirt’e geçtim. Ayakkabılarımı
çoraplarımı değiştirdim. Çorba içtim, çay içtim, bisküvi, kek yedim. Bu
istasyonda yaklaşık 15 dakika harcadım. Geçen seneye göre gerçekten çok iyi J
Plana baktım, Örnekköy – Sölöz
arası 6:00 pace koşmam lazımmış. İstasyondakilere teşekkür ederek ayrıldım ve
koşmaya başladım. Bu yarışın kesinlikle en keyifsiz sektörü Örnekköy-Sölöz
arası. Bir türlü sevemedim bu geçişi. Kendimi sürekli geçen seneki
performansımla kıyaslarken buluyordum. Geçen sene burada nasıl
koşmuştum/yürümüştüm, nasıl hissediyordum vs. Gerçek şuki geçen seneye göre çok
daha iyi gidiyordum. Kendi kendimi sürekli “Afferim sana, böyle devam et” diye
hem tebrik ediyor hem de gaza getiriyordum. Sölöz Burnu’na gelmeden önce
Aytuğ’u yakaladım ve geçtim. Ardından dere geçişinde Çekmeköy ekibini
yakaladım. Çocukluklarına geri dönmüş suyla oynuyorlardı J
Sölöz'e Gelirken Zeytin Tarlaları Fotolar: Murat Akkaya |
Sölöz’de suyumu tamamen
doldurdum. Geçen sene Narlıca’ya gelmeden suyum bitmişti. Aynı hatayı yapmak
istemiyordum. Biraz atıştırdım, çeşmede bir güzel yıkandım. Artık güneş
etkisini hissettirmeye başlamıştı. Önümde
parkurun en ciddi ilk tırmanışı vardı. Burayı kendime göre çok güzel
tırmandım. Aydos idmanları etkisini gösteriyordu. Sürekli koş/tempolu yürü
yaparak tırmandım. Hedef pace’im 10:00 du ama ben 8:01 ortalama tutturdum Sölöz
– Narlıca arasında. Tırmanışın sonlarına doğru bir çobanla selamlaştık. Bana
sen altıncısın dedi. Ben de inanmadım. O kadar önde olamazdım. Çoban “yok ben
saydım sen altıncısın” dedi. Hem şaşırdım hem sevindim.
Aydos
grubumuzdan Harun, Nurkan, Alpaslan ve Tanzer 80K koşacaklardı ve onların
yarışı da başlamıştı. Serdar ve Turgut ise 50K koşacaklardı. Sürekli eğer
parkurda yakalarsam bittiniz siz diyordum. Onlar kendilerine bana yakalanmamak
ben de kendime onları yakalamak hedefi koymuştum. Saatime baktığımda 50K
startından hemen önce Narlıca’da olabileceğimi öngördüm. Biraz daha hızlandım.
Alpaslan, Harun, Nurkan, Tanzer Startı Beklerken |
Saatime göre tırmanış artık
bitmişti ve inişe geçmem gerekiyordu. Solda kurumuş bir çeşme vardı. Keşke
aksaydıda serinleseydim diye düşündüm ve devam ettim. Bir müddet sonra bu sefer
sağ tarafımda bir çeşme gördüm. Tam bu noktada soldan bir patika aşağı
iniyordu. Düşünmeden inmeye başladım. Sonra hiç işaret olmadığını fark ettim.
Geri yukarı koştum. Bu sefer çeşmeden düz devam ettim ama gene işaret yoktu.
Sonra biraz geri gittim gene işaret yoktu. Sinirden şakaklarım zonklamaya
başladı. Ne kadar zamandır yanlış yolda koşuyordum?? Geri koşmaya başladım.
Meğersem o ilk gördüğüm akmayan çeşmenin yanından aşağı inen bir patika varmış.
Koşu kaydına göre 20-25 dakika kaybetmişim burada. Yani Serdar ve Turgut’u
yakalayamadım J
Narlıca’da
önce Murat karşıladı beni. Narlıca istasyonu bir şahaneydi. İrmik helvası var
dediler, hadi be dedim. İzmir Boyoz’u var dediler, yok artık dedim J Kendime verdiğim sözü tutarak hiç birinden yemedim
ama aklım kaldı resmen. Mavi Karga ekibinden Boyoz ve Helva alacağım olsun J Ben istasyondan ayrılmak üzere iken Çekmeköy tayfası
geldi. Başarılar dileyip ayrıldım
Narlıca'da Çorba Keyfi :) |
Narlıca – Müşküle arasına eklenen
yeni bölümü çok fazla merak etmiyordum açıkcası. İşte yola paralel bir
patikadan koşucaz muhtemelen diye düşünüyordum. Ne kadar yanıldığımı anlamam
pek fazla sürmedi. Narlıca’dan çıkıp toprak yoldan tırmanmaya başladığımda
karşıdan gelen 11-12 yaşlarında 4 çocuk gördüm. Ellerinde kopardıkları parkur işareti
vardı. Mp3 playerımı kapattım. Benle önce “abi çok geç kaldın herkes gitti”
diye dalga geçtiler. Ben bunları işaretleri kopardıkları için bir güzel
azarladım. Abi herkes koparıyor, noolacak burdan dümdüz gidiceksin işte dediler.
Sonra korkup ellerindeki işaretleri attılar. Ben yaptıklarının yanlış olduğunu
ve doğurabileceği sonuçları anlattım. Bu sefer özür dilediler. Bilmiyorum bir
daha yapmamaları için işe yarar mı?
Yeni eklenen parkur koştuğum ana
patikadan dimdik bir inişle ayrılıp zeytin bahçelerine iniyordu. Vay anasını
dedim resmen. Gerçekten çok zorlu bir geçişti. Daha önce arazi koşusu tecrübesi
olmayan 30K koşmuş ya da maraton koşmuş nasıl olsa koşarım diyip ilk defa 50K
koşacaklar aklıma geldi. İşleri gerçekten çok zordu. Yağmur yağmaması büyük
şanstı. Yoksa bu geçişte çok sakatlık olurdu. Ben çok keyif aldım. Tek
eleştirim bu değişikliğin yeteri kadar bilgilendirilmediği için olabilir.
Burada 50K koşucuların son sıralarındakilerle karşılaşmaya başladım. Zeytin
tarlalarını bitirip asfalta kadar indik. Sonra tekrar single track bir patikaya
girdik. Burada doğa muhteşemdi. Keyiften ağzım kulaklarımdaydı J Daha fazla 50K
koşucusu ile denk gelmeye başladım. Önce geçebilmek için fırsat kolluyordum,
baktım olacak gibi değil bağıra bağıra müsaade istiyerek koşmaya başladım.
Benim 130K koşucusu olduğumu görenler alkış kıyamet kopartıyorlardı “yol verin,
saygı gösterin, alkış tutun” diyenler oluyordu. Ağzım kulaklarımda, koltuklarım
kabarmış şekilde koştum, tırmandım. Buradaki küçük dere geçişinden sonra Güven
Güçlütürk’ü gördüm. Pek iyi görümüyordu. Bir ihtiyacı olup olmadığını sordum.
Kötü olduğunu bırakmak istediğini söyledi. Kendisini cesaretlendirmeye
çalıştım, bırakmaması için telkinde bulundum. Müşküle’de otur soda, ayran iç
ondan sonra karar ver. Bırakma, sen her türlü bitirirsin diyip devam ettim. Geçen
sene ben de aynı kararı vermek üzereydim ama sevgili karım Hayriye beni bu
kararımdan vazgeçirmişti. Bıraksaydım büyük pişmalık duyacağımdan eminim.
Bırakmak, hele de böyle bir sene beklediğin bir yarışı bırakmak çok zor bir
karar. Hepimiz limitlerimizi zorluyor, o finish çizgisinden geçmek istiyoruz.
Bu iş maalesef acısız olmuyor ama işte sakatlanmadan limitleri zorlamak da
kolay bir iş değil. Kafanda sürekli bir şüphe oluyor “devam edebilir miyim,
edersem sakatlanır mıyım” diye. Kendini tanımayı ve kendine yalan söylememeyi
öğrenmelisin. Kolay gelsin J
Patika bizi eski parkurun son
asfalt kısmına çıkardı. Kontrol noktasında Murat karşıladı beni. Ayran
istediğimi duyunca koştu ayran aldı geldi. Ayran harika geldi. Narlıca –
Müşküle arası için 9:00 pace hedeflemiştim ama parkuru bu hızda geçmem mümkün
değildi. 11:07 ortalama tutturmuşum burada. Murat çok iyi gittiğimi 4. Ya da 5.
Olduğumu söyledi. Fazla oyalanmadan ayrıldım. Müşküle’nin güleryüzlü
teyzelerinin hayır duaları ile tırmanmaya başladım. Kendimi hala iyi
hissediyordum.
Derbent'e Girerken Foto: Serap Işıklar |
Güneş artık tam tepemizdeydi ve
iyice kavurmaya başlamıştı. Koş/yürü şeklinde tırmanıyordum. Bir çok 50K
koşusucusu geçtim. Artık 80K’cılar bana yetişir diyordum ama görünürde hiç 80K
koşucusu yoktu. Müşküle-Narlıca arası tırmanışta çok sevimsiz bence. Ama
tırmanmadan bitmiyor işte yarış. Şapkamı iyice indirdim gözlerime doğru, kafamı
eğdim, bakışlarımı düşürdüm ve konsantre olmaya çalıştım. Nasıldı? Bir adım
öne, diğer adım onun önüne, bir adım öne, diğer adım onun önüne... Haydi o
zaman devam.
Tırmanış boyunca kendini sağa
sola gölgelere atmış dinlenmeye çalışan çok fazla koşucu vardı. Bunlardan biri
muz ikram etti. Geri çevirmedim tabii J
Geçen sene es geçtiğim yalağı bu sefer es geçmedim. Bir güzel yıkandım J Sonunda tırmanış bitti
ve iniş başladı. Geçen sene burada aşırı çamur vardı ama bu sene oldukça
kuruydu diyebilirim. Süleymaniye inişi ile birlikte quad ağrılarım iyice
kendini hissettirmeye başladı. Onların acısına alışıktım ama sağ ayak bileğim
ve hemen üstü çok ağrımaya başladı. Can sıkıcıydı.
Süleymaniye’de Mert Derman
karşıladı beni. 5. Sırada olduğumu teyit etti. Çay içtim, bisküvi, bir parça
snickers yedim. Tam istasyondan ayrılırken ambulanstaki görevli kızdan soğutucu
sprey sordum ayak bileğim için. Var dedi sonrada koştu gitti. Ben ambulanstan
alacak sanıyordum. Beklemeye başladım. Bir türlü gelmedi. Bir taraftan boşver
bırak git diyorum, diğer taraftan ayıp olacak kız almaya gitti bekle diyorum.
Sonunda geldi bi güzel sıktık bileğime ama bir işe yaramadı açıkcası J
Bence Süleymaniye-Derbent arası
parkurun en güzel manzaraları sunduğu bölüm. Ayak bileğim çok ağrı vermeye
başladı ama gene de iyi bir tempoda tırmanmaya başladım. Artık yokuşlarda
tamamen yürüyor, düzlüklerde ise koş/yürü yapıyordum. Geçen her km ile yürü
kısmı uzamaya başlamıştı. Serdar ve Turgut ne yapıyordu acaba? :)
Serdar ve Turgut Parkurun Tadını Çıkartıyor :) |
Derbent’e yaklaşmıştım. Asfalta
çıkan son yokuşu hatırladım. Hadi dedim bitti bu iş. Süleymaniye’den ayrılırken
16:20’de Derbent’te olucam, 16:30’da Derbentten ayrılıcam 18:00-18:15 gibi
yarışı bitiricem diye plan yapmıştım. Hadi dedim son gayret. O son yokuşu koşmaya
başladım. Sonra arkamdan bana seslenildiğini duydum. Durdum, döndüm. Bir baktım
50-60 metre aşağıda parkur araziye doğru devam ediyor. Doğru ya Derbent girişi
de değişmişti. Ne olacak canım asfalta paralel bir patikadır diyordum. Hiç de
öyle değilmiş meğersem. Çoğu yerde çıplak araziden geçen, dik inişlerin olduğu
tam anlamıyla bir “trail” parkurdu beni bekleyen. Koşmaya çalışıyordum ama
moralim bozulmuştu. Derbent görünüyor ama bir türlü ulaşamıyorduk. Burada
arkamdan hızla birinin geldiğini duydum baktım ilk 80K koşucusu geliyor. 80K
birincisi Hasan süper bir tempo ile geçti beni. Keçi gibi hoplaya zıplaya
gidiyordu. O an kıskandım resmen. Bense
artık sürünmeye başlamıştım. Ayak bileğim zonkluyordu ama esas problem bu
beklenmedik parkurun tüm enerjimi bitirmiş ve moral olarak tamamen tükenmiş
olmamdı L
Sonunda planladığımdan 45 dakika
sonra 17:05 gibi Derbent’e ulaştım. Burada da Murat karşıladı beni.
İhtiyaçlarımı karşılamak için dört döndü yanımda. Ben Murat’a muz var mı diye
sordum, istasyondaki görevlilerden biri buz anlamış, aramış bulamamış, buz
yerine soğutucu var o olur mu diye sordu? Süper bu gönüllüler J
Murat’ın moral yükseltici
yorumları eşliğinde Derbent’ten ayrıldım. Artık önümde son 15K kalmıştı.
Kendimi motive edici bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Ne yaptıysam olmadı,
ayaklarım gitmiyordu artık. Moral düşünce bileğimdeki acı daha da katlanılmaz
oldu. Cutoff’a takılma korkusu yaşayan 50K koşucuları vardı etrafımda. Biraz
onlara takıldım. Parkurun son tırmanışlarını yapıyordum. Buralarda bileğim daha
rahat hareket etmeme izin veriyordu. İnişi düşünmek bile istemiyordum. Sonunda
tırmanış bitti ve o sert iniş başladı. Hem iniş sert hem zemin sert. Ayak
bileğimi bükemediğim için çok zorlandım bu inişte. Quadlarımın acısı da cabası.
Gene arkamdan koşturan birini duydum, 80K ikincisi Mehmet Yıldırım geçti gitti
çok rahat bir tempoda. Hiç bitmeyecek gibi gelen iniş bitmişti sonunda.
Hayriye’yi arayıp artık düzlüğe indiğimi son 5,6K kaldığını söyledim. Finish’te
beni bekliyorlardı. Serdar ve Turgut’un bitirdiklerini öğrendim. Bana
yakalanmaktan kurtulmuşlardı J
Koşmak istiyordum ama koşamıyordum. Koşmaya çalıştıkça ayak bileğim, quadlarım
ve kalçam ağrıyordu. İznik tarihi kapıya gelmeden önce 80K üçüncüsü Tobias
geldi arkamdan. 130K olduğumu görünce tebrik etti beni, ben de onu tebrik
ettim. Tarihi kapıdan geçtim, hiç tepki göstermeyen esnafın arasından devam
ettim, meydandan göle doğru yönelince ufak ufak destek alkışları ıslıklar
başladı. İznik halkının bu duyarsızlığı için herhangi bir umudum yok açıkcası.
5K,10K koşularına katılan çocuklar büyüyene kadar bir şey beklememek lazım.
Göl kenarına gelmemle birlikte
destekleyenlerin sayısı arttı. Artık finish göründü. Gözlerim kızım Ayşe
Zübeyde’yi arıyordu. Gece yarısı başlayan maceram artık sonlanmak üzereydi. Acı
çektiğim kesindi ama mutlu olduğum da kesindi. Koşmayanın kesinlikle anlamayacağı
bir mutluluk bu. Ayşe Zübeyde Serdar’ın çocukları ile birlikte koşarak
karşıladı beni. Hep beraber elele tutuşup finish takının altından geçerek
sonlandırdık bu büyük macerayı. Tam 19 saat 44 Dakika 9 saniye sürdü J
İlk defa Ultra koşan Turgut yarışı başarılı bir şekilde bitirince "Ben 50K koştum, 140K koşanın elini öperim arkadaş" demiş. Ben de kendisini kırmadım tabiiki :)
Öp Bakalım :) |
Yenilenen parkuru ile İznik Ultra
artık çok zor bir yarış olmuş. Bir çok koşucu zorlaştığı için şikayet etti ama
çok daha güzel olmuş parkur. Bence tek problem bu değişikliklerin geç yapılması
ve yeterince bilgilendirmenin yapılmamış olması. Ben kendi adıma bu boyutta bir
değişiklik olduğunu bilmiyordum. Belki benim hatam. Emin değilim.
Narlıca-Müşküle arasındaki zeytin bahçelerinde inişi kolaylaştırmak için ip
geçişleri olsa iyi olur.
Bir de Koşu Forum’da yazdığım
Derbent girişindeki shortcut meselesi var. Burası suistimale çok açık ve
dereceleri ciddi etkileyecek süre kazancı mümkün. Seneye burada bir kontrol
şart. Ben kimsenin bilerek eski parkura, asfalta gireceğine ihtimal vermek
istemiyorum açıkcası. Fakat Ultra koşan birisi onca süre hiç işaret göremiyorsa
yanlış yolda olduğunu anlayıp geri dönmeli aynı benim Narlıca inişinde yaptığım
gibi. Yapmıyorsa ve yapmadığı tespit edilirse de diskalifiye’ye kadar
cezalandırılmalı diye düşünüyorum.
Yarışı hem genel klansmanda hem
de 35-45 yaş grubunda 5. Olarak tamamladım. Açıkcası yarış öncesi 5.
Bitireceksin deseler inanmazdım. Geçen seneye göre çok daha iyi koştum. Yarış
öncesi genelde 7:55 gibi bir ortalama tutturma hedefim vardı. Gerçekleşen ise
8:40 oldu. Ayak bileğim problem çıkarmasa, quadlarım isyan etmese belki
tutturabilirdim. Açıkcası ayak bileğim için bir şey yapabilir miydim
bilemiyorum ama performansımı iyileştirebilmek, yarıştan daha fazla keyif
alabilmek için quadlarımı güçlendirmem şart. Öyleyse idmanlara devam.
Hayriye’de 15K’lık Derbent
koşusunu başarıyla bitirdi. Ufak koşularla başladı şimdi 15K’lık arazi koşusu
yapabiliyor. Seneye onu da daha uzun parkurlarda görürseniz şaşırmayın. İznik
artık bizim için olmazsa olmaz bir yarış haline geldi. Seneye tekrar görüşme
üzere J
Kullandığım malzemeler:
·
Nike uzun tayt
·
Raidlight Performer Uzun kollu üst
·
Nike pro içlik
·
Salomon Exo Wings Short
·
Salomon Fast Wing Tshirt
·
Salomon Exo Calf
·
Kalenji Şapka
·
Buff
·
Petzl Nao2 Kafa Feneri
·
New Balance Leadville
·
Salomon Fellraiser
·
Salomon Advanced Skin 14+3 Çanta
·
Garmin Fenix3
Yarışa Leadville ile başladım.
Leadville çok yumuşak ve rahat bir ayakkabı ama ayağı tam olarak sarmıyor ve
ayak içinde fazla hareket ediyor. Özellikle inişlerde pek rahat edemiyorum.
Esas tırmanış ve inişlerin ve yumuşak çamurlu olma ihtimali yüksek yerlerin
yarışın ikinci yarısında olması sebebiyle dropbag’ime Fellraiser’ları koydum.
Aslında Fellraiser kuru ve sert parkur için uygun değil ama genede çok iyi iş
gördü. Leadville’e göre çok daha fazla rahat ettiğimi söyleyebilirim. Petzl Nao
yukarıda dediğim gibi çok iyi iş çıkardı.
Eldiven, uzun kollu içlik,
yağmurluk dahil bütün zorunlu malzemeleri çantamda yarış boyu taşıdım. Bir çok
koşucunun taşımadığını biliyorum. Bu sene herhangi bir malzeme kontrolü
yapılmamasını da bir organizasyon eksikliği olduğunu belirteyim. Ya bu malzemeleri
sadece tavsiye olarak yazmak lazım ya da ciddi bir şekilde kontrol etmek lazım.
Zevkle okuduğum bir yazı oldu. Ellerinize sağlık. El öpme çok orjinal olmuş,fotoğrafı gülümsetti.
ReplyDeleteTeşekkürler Erhan. Seneye seni de bekliyoruz İznik'e :)
DeleteÇok güzel ve yararlı bir yazı olmuş, eline sağlık. Resimler de harika, diğer yazılarını da merakla bekliyoruz.
ReplyDeleteSağol Tanzer. Sen de yazsana rapor??
DeleteCok keyifli bir yazi olmus hocam. Tekrar twbrik ederim. Buyuk bir meydan okuma insanin kendisine karsi
ReplyDeleteTeşekkürler Nejat :-)
ReplyDelete