UTMB – TDS 2015 (Sur Les Traces des Ducs de Savoie - Savoy Dükünün
İzinde ) – 2. Bölüm
Organizasyon start için sizi
otobüslerle Chamonix'den Courmayeur’a taşıyor. Farklı saatlerde otobüsler var.
Size yarıştan önce bir mail gönderip hangi saatteki otobüse bineceğinizi
belirlemenizi istiyorlar. Son otobüs 04:30’da ve genellikle koşucular daha
fazla uyumak için bu otobüsü tercih ediyor. Tabii bunun da bir maaliyeti var.
Koşuya ön sıralarda başlıyamıyorsunuz ve eğer hızlı koşucuysanız özellikle dar
patikalarda önünüzde ciddi bir kuyruk oluyor ve beklemek zorunda kalıyorsunuz.
Tercih sizin :) Ben uyumayı seçip son otobüsü tercih ettim.
Endişelenmeme rağmen gece 5 saate
yakın kesintisiz uyudum. 02:30 gibi uyandım önce iki tane kayısı kurusunu yiyip
bol su içtim. Bu her yarıştan önce mutlaka yaptığım bir uygulama. Sindirim
sistemini anında aktif hale getiriyor ve bu sayede yarış öncesi yaldır yaldır
tuvalet aramak zorunda kalmıyorsunuz J
Ardından kahvaltı hazırlıklarına giriştik Hayriye ile. Bal, nutella, peynir,
domates, salatalık, yumurta, ekmek ve çaydan oluşan süper bir kahvaltı yaptım.
Ardından tuvalet ve duş. Evet, yarış sabahı duş yaptım. Boşuna demedim Mont
Blanc’la randevum var diye :)
Sabah serinliğinde kafa
fenerimizi takıp kulübemizden ayrıldık ve Chamonix merkeze otobüslerin kalkış
noktasına doğru yola koyulduk. Otobüslere binmeden bizi bir checkpoint’ten
geçirdiler. Nedenini hala anlamış değilim. Herhangi bir chip okuma düzeneği
yoktu. Sadece gösterilen yerden geçtik o kadar. Otobüs için sıraya girdik ve
Cenk’i aradım o henüz otelden yeni ayrılmıştı. Koşucu dalgasına kapılıp otobüse
binmek zorunda kalınca Cenk’le start noktasında buluşmak için sözleştik.
Courmayeur yolunda |
Yaklaşık
40 dakikalık bir yolculuktan sonra Courmayeur’a ulaştık. Burada koşucuların
dinlenmesi ihtiyaçlarını gidermesi için hazırlanmış kapalı bir alan vardı.
İçerisi ana baba günüydü. Hayriye üşüdüğü için içerde biraz bekliyelim dedi.
Bense alev alev yanıyordum ve içerisi yerine dışarıyı tercih ettim. Kapıda
gelip geçen koşucuları seyrettim. Herkesin kendine has farklı bir rengi, farklı
ruh hali ve koşturmacası vardı. Bu şekilde insanları seyretmeyi seviyorum ama
aslında yorucu bir iş. Bir süre sonra baş ağrısı yapıyor bende. Hayriye’de
içeride ısınıp ihtiyaçlarını giderdikten sonra start alanına doğru diğer
koşucuların peşi sıra yürümeye başladık ve Cenk’i bulduk. Birlikte drop
bag’lerimizi bıraktık, muhabbet ettik, bayrağımızla poz verip fotoğraf çektirdik.
Birazda yalandan ısınma hareketi yaptık.
Dışardan belki çok sakin
görünüyordum ama içim içime sığmıyordu. Çoğunlukla endişelerle doluydum.
Bilinmezliklerle dolu bir parkur ve yarış beni bekliyordu. Ya düşersem, ya tükenirsem, ya
yağmur yağarsa, ya yarışı bırakmak zorunda kalırsam türünden sürekli olumsuz
düşünceler aklımda dolanıp duruyordu. Ben pinpirikli bir adamım. Biraz stres ve
korkunun her zaman faydalı olduğuna inanırım fakat bu sabah endişe katsayım
fazlaydı. Derken start müziği başladı ardından geri sayım. Açıkcası start
moduna giremedim taaki bütün o kalabalık ritmik bir şekilde hareket etmeye
başlayana kadar. Kalabalıkla hareket ederken Hayriye’yi aradım ve sonunda
gördüm. Hayriye’ye de selam verdikten sonra artık tamamen yarış moduna
girmiştim bütün o endişeler geri plana atıldı birden. Cenk’le birbirimizi
beklememek ve herkesin kendi koşusunu yapması konusunda anlaşmıştık. Başlangıçta
kalabalıkta birlikte koştuk, daha sonra ayrıldık. Tabii parkur boyunca bir çok
kez tekrar karşılaştık.
Parkur Courmeyaur sokaklarında
biraz dolandıktan sonra kayak merkezine doğru tırmanmaya başlıyor. İlk kez bir
arazi koşusunda bu kadar yoğun kalabalıkla koşuyordum. Hem güzel, hem yorucu.
Yoğun trafikte motorsiklet kullanıyor gibi önümdeki, sağımdaki, solumdaki yavaş
koşucuların arasında zig zaglar çizerek filtreleme yapıyordum :) Bu yoğunlukta bir çok
kez batonumu arkamdaki koşucunun ayaklarına, bacaklarına çarptım. Kalabalıkla
boğuşarak ilk istasyon olan “Col Checrouit” e ulaştım. Burada tuvalet molası
verdim ve mp3 player’ımı taktım. Bu sırada Cenk geldi ve bana herşeyin yolunda
olup olmadığını sordu. İyi olduğumu devam etmesini söyledim. Burada bir bardak
su içer devam ederim demiştim ama istasyon o kadar kalabalıktıki hiç o
kalalabalığa girmeye yeltenmeden devam ettim.
Trafik Çok Yoğun :) |
Buradan sonra parkur “Arête du
Mont-Favre” ye kadar tırmanmaya devam ediyor ve ilk 11,2 K içinde yaklaşık 1300
mt tırmanmış oluyorsunuz. Bu yarışa da böyle bir başlangıç yakışır. Ardından
bir sonraki istasyon olan “Lac Combal”a kadar uzun bir iniş var. Burası
parkurun rahat koşulan bir sektörü. Güzel bir tempo ile “Lac Combal” a ulaştım.
Burada istasyonların yapısından bahsediyim. İstasyonlarda iki farklı alan var.
Birisi sularınızı doldurmanız için hazırlanmış su tanklarının/yalaklarının
olduğu bölüm. İlk önce buraya uğrayıp hemen eksilen suyunuzu tamamlayın. Diğeri
ise yeme içme masası. Burada da su var ama bu masalardan suluk veya çantanıza
su takviyesi yapmıyorlar. Sadece bardağınızla su alabiliyorsunuz. Bu yüzden
tartışan bir sürü koşucu gördüm. Bu benim ilk istasyonum olduğu için işin
farkında değildim ve notlarıma baktığımda bir sonraki istasyon olan “St
Bernard” a olan mesafenin 20K olduğunu ve mutlaka suyumu tamemen doldurmam
gerektiğini okudum. Direkt yeme içme masasına gittim. Çok kalabalıktı, bir
taraftan batonlarımı tutmaya çalışıyor, diğer taraftan su kabını açıyor ve
çantayı dengede tutmaya çalışıyordum. Görevli ablada bu şekilde su veremem
diyince benim tepem attı, üstüne su kabı kayıp hortumu ile birlikte komple
çıkınca benim şakaklarım zonklamaya başladı. Bir kenara çekilip su kabını ve
hortumu tekrar yerlerine yerleştirmeye çalıştım. Çanta full dolu olduğu için
kolay girmiyordu. Leman’da bir zamanlar “Kolay Çıkar, Zor Girer” diye bir bölüm
vardı. O geldi aklıma :) O sırada Cenk’i gördüm. İşini halletmişti ve selam verip istasyondan ayrıldı.
Ben su kabıyla bir hayli uğraştım. Yerine yerleştirdim ama su gelmiyordu. Derin
derin nefes aldım sakinleştim. Tekrar sakin sakin biraz daha uğraştıktan sonra
çalışmaya başladı. Suyumu devasa su tankından doldurdum. Burada şunu belirteyim
su kaplarınız çantadan bağımsız çantanın önlerinde ya da yanlarında yer
alıyorsa bu su doldurma işi çok daha kolay ve pratik oluyor. Çanta ile
bütünleşik ise biraz uğraştırıyor. Bir parça çikolata, kek ve bir bardak kola
içip istasyondan ayrıldım.
Bu istasyondan sonra “Col
Chavannes” e kadar uzunca bir tırmanış ardından “Alpetta” ya kadar iniş ve “St
Bernard” a kadar tekrar tırmanış var. “Col Chavannes” e tırmanırken artık
kalabalık yavaş yavaş ayrışmaya başlamış benzer hızlarda koşan küçük guruplar
oluşmaya başlamıştı. “Alpetta” dan sonra
“St Bernard” a doğru tırmanırken önümdeki gurupta Cenk’i gördüm. Yetiştim biraz birlikte koştuk
ve Selfi çektik :) Ardından Cenk arkamda kaldı. “St Bernard” dan sonra yarışın en eğlenceli ve
önemli istasyonlarından biri olan “St Maurice” kadar uzunca bir iniş vardı.
Cenk'le Parkur Selfie'si :) |
Yarış öncesi daha önce koştuğum
yarışları, idmanlarımı tek tek inceleyip sektör sektör tahmini sürelerimi
hesaplamıştım. Sonra toplam süreyi hesaplayınca 23 saat 20 dakika gibi çok
acaip bir süre çıkmıştı ortaya. Daha önce TDS koşanların sürelerini de
incelemiştim ve bu tahmini planın akıl karı olmadığını biliyordum. Ben gene de
değiştirmektense yanıma bu planı almaya karar
vemiştim. Gerçi yakın arkadaşlar dışında kimseyle paylaşmadım bu akıl dışı
planı :) Şimdi
plana baktığımda bu akıl dışı plandan da hızlı gittiğimi fark ettim. “St
Maurice”e doğru inmeye başladığımda plandan yaklaşık bir 40 Dk kadar öndeydim. “St
Maurice” den sonra yarışın en zor sektörü beni bekliyordu. Bunun zaten
farkındaydım ama yarıştan hemen önce organizasyondan gelen “Bu sektör her sene
en çok koşucunun yarışı terk etmek zorunda kaldığı sektördür. Eğer gerçekten
tam anlamıyla iyi durumda değilseniz lütfen St Maurice’den ayrılmayın” diye
uyarı içeren mail endişelerimi daha da arttırmıştı. Ben de kazandığım bu ekstra
süreyi yavaş koşarak korumaya ve tamamını
“St Maurice” de dinlenerek harcamaya karar verdim.
Yokuş aşağı koşuyordum, kendimce
yavaş gidiyordum ve tırmanışı tamamlayan koşucular arkamdan yaldır yaldır gelip
beni geçiyordu. Saatime baktığımda sürekli yavaş koştuğumu zannetmeme rağmen
hala hızlı olduğumu görüyordum. Ben de yürü/koş moduna geçmeye ve sürekli
tuvalet molaları vermeye başladım. Gücümü saklamam gerektiği ve bu noktaya
kadar çok hızlı geldiğim aşikardı.
Bu şekilde “St Maurice”e
ulaştım. Burası çok güzel bir kasaba ve koşucuların
yakınlarından/arkadaşlarından destek alabileceği istasyondu. Karılarıyla kocalarıyla, çocuklarıyla kavuşan
koşucular, müzik, destek veren kasaba halkı derken tam bir panayır yeriydi
istasyon. Dolayısı ile çok da kalabalıktı. İlk iş olarak suyumu doldurdum.
Ardından ilk defa bu istasyonda şehriye çorbası içtim. Bir ton peynir yedim.
Daha önce de dediğim gibi peynirler nefisti :) Bir kaç bardak kola içtim ve çikolatalı kek yedim. Sonra da boş bir yer bulup
oturdum. Quadlarıma, Hamstringlerime, Calf’lerime masaj yaptım. Aşil
tendonlarımı esnettim. Sonra birden batonlarımın yanımda olmadığını fark ettim!
Panik halinde istasyonda bir o yana bir bu yana koşturdum. En sonunda
istasyonda ilk durduğum yer olan su yalağının hemen yanında buldum :) Daha sonra Cenk geldi
istasyona. Biraz muhabbet ettik. Benim 40 dakikam doldu ve Cenk’e ben artık
gidiyorum dedim. Helalleştik :) Bu istasyondan ayrılmadan tekrar malzeme kontrolü yapıyorlar. İstenen
malzemeleri gösterip ayrıldım. En korkutucu sektör başlıyordu. Önümde bir
sonraki istasyon olan “Roselend” e kadar 16K toplam mesafe, 1900mt tırmanış ve
900mt iniş vardı. 1900mt tırmanışın yaklaşık 1200 metresi ilk 6K içindeydi.
Yani ilk 6K içinde bildiğiniz Vertical K yarışı bekliyordu beni :)
Hava artık iyice ısınmıştı ve dik
tırmanışla birleşince bir hayli zorluk çıkarmaya başlamıştı. Bir, iki km sonra
ayılanlar, bayılanlar görülmeye başladı. Gerçekten çok dik ve zor bir
tırmanıştı. Ben burayı hiç mola vermeden tırmandım. Bacaklarım çok iyi
durumdaydı ve şaşırdım açıkcası. Burada bütün yarış boyunca gördüğüm bir
detaydan bahsediyim. Nerdeyse bütün çıkışlarda yanlarından geçtiğim kendilerini
kayaların, çimenlerin üzerine atmış dinlenmeye çalışan koşucuların bir çoğu iniş başladığında
yanımdan keçi gibi seke seke geçtiler beni. Bunların çoğu İtalyan ve Fransız
koşuculardı. İnişler çok teknikti. Çoğu yerde iki ayağını yan yana
koyacak mesafe yoktu. Ben buralardan aman düşüpde yarışı riske etmiyim diye
batonlarla yavaş yavaş inerken bu adamlar bildiğin keçi gibi o tehlike li kayaların üzerinden hoplıya zıplıya sekerek geçtiler beni. Bu bence benim
yaptığım gibi Aydos’ta orman yollarında iniş çalışarak elde edilecek bir
yetenek değil. O adamlar gibi bu dağlarda idman yapmak belkide bu coğrafyada
doğmuş olmak lazım. Tabii bir de benim için en ufak bir hata yüksek ihtimal
yarışın sonu demekti ve ciddi bir zaman ve para harcıyarak hazırlandığım bu
yarışı bu şekilde bitirememek büyük bir yıkım olurdu. Dolayısıyla o koşucular
gibi risk almam mümkün değildi.
1200mt’lik ilk tırmanışı bitirip
“Fort de la Platte” a ulaştım. Burası küçük bir kale ve yarışın 56Km’si. Uyanık
bir girişimci masa kurmuş kola vs. satıyordu. Kola içmeye niyetlendim ama
yanıma aldığım para çantanın iç gözündeydi. Çantayı çıkarmaya üşenip devam
ettim. Tepemizde bir helikopter çekim
yapıyordu. Bu noktadan sonra eğim
azalıyor ama tırmanış devam ediyor. Hava çok ısındı, ya da ben yanıyorum. ”Col
de la Forclaz” a doğru çıkarken enerjim nerdeyse tamamen tükendi. Başım çok ama
çok ağrımaya başladı. Dedim muhtemelen yükseklik çarptı. Daha çok su içmeye
başladım. Bu noktada Hayriye’ye mesaj attım. “St Maurice” den çıkmadan yanıma
muz almıştım. O muzları yedim, üstüne jel yedim ve bir ton su içtim. Önce midem
kötü oldu ama bir iki tuvalet molasından sonra düzeldi, enerjim yerine geldi ve
baş ağrım azaldı. Kendimi çok daha iyi hissetmeye başladım ama bu sırada bütün
suyumu bitirdiğimi fark ettim. Fakat bu pek sorun edilecek bir şey değildi
çünkü sürekli bir dereye denk geliyorduk. Ben de bardağımla sürekli su
içebiliyordum. O yüzden pek susuzluk çekmedim.
Fort De La Platte'a ulaşmadan önce :) |
”Col de la Forclaz” dan sonra
tırmanışın zirvesi olan “Passeur de Pralognan” a ulaştım. Burası tam anlamıyla
bir zirveydi ve koşucuların durup dinlenebileceği pek bir alan yoktu. Ben hiç
durmadan devam etmek istiyordum ama görünürde yol yoktu. Sordum, gösterdiler.
Zirvenin arka tarfına geçince şok oldum. Ortada yol ya da patikaya benzer bir
şey yoktu. Bizi bekleyen bir ip geçişi vardı. Önce ipin yardımıyla sivri
kayaların arasından yanal bir geçiş yapıp ufak bir patikaya ulaştık ve sonra
çok dik bir şekilde inmeye devam ettik. Bir süre sonrada hafifleyen eğimle
birlikte çarşak bir alanda inişe devam ettik. Burada çoğu zaman iki elimi
kullanmak zorunda kaldım. Bu yüzden batonlar problem oldu benim için. Bence bu
yarışlar için katlanır baton kullanmalı ve batonlar çanta ile uyumlu olmalı.
Yani çok basit bir şekilde hemen batonu katlayıp çantaya sabitleyebilmeniz iki
elinizi kullanabilmeniz lazım. Benim çantamda da baton taşınabiliyor ama batonu
bağlama işi bir hayli zahmetli. O yüzden
pek tak çıkar yapamıyorum. Bu inişe
karanlığa kalmadan geldiğim için kendimi şanslı sayıyordum ve gece geçeceklere
içimden şans diledim. Burada yapılacak bir hata, düşüş hiç istenmeyen sonuçlar
doğurabilir. Burada foto çekmedim. Net'ten “Passeur de Pralognan” diye search ederseniz bir sürü koşucunun blogundan foto bulabilirsiniz. Ben sormadan oralardan foto eklemek istemedim. Bu inişin sonlarına doğru önümde giden koşuculardan biri ard arda
bir kaç kez ayakkabısı kaydığı için düştü ve sonra da küfür etti. Bu elemanı daha
sonra gece batonlarından birini kaybetmiş ve üstü başı çamur içinde tekrar
gördüm. Benim yarış boyunca kullandığım Salomon Fellraiser’ler daha çok yumuşak
zemin kullanımı için tercih edilselerde bu zemidede nerdeyse hiç kaymadı ve
müthiş bir tutuş sergilediler. Dropbag’ime NB Leadvillerimi bırakmıştım. Amacım
yorulan ayaklarımı yastıklaması çok daha fazla olan bir ayakkabı ile yarışın
geri kalanında rahat ettirmekti. Fakat Fellraiser’ların yol tutuşunu görünce
ayakkabı değiştirmekten vazgeçtim. İyikide öyle yapmışım. Yani ayakkabı çok
önemli :)
İnişi tamamladıktan sonra
koş/yürü yaparak Roselende ulaştım. Roselend Dropbag’lerin bırakıldığı bir
istasyon. Önceki raporlardan okuduklarımdan ve burada sıcak yemek de servis
edildiğinden büyük bir istasyon olduğunu biliyordum. Bu yüzden bir kasaba
görmeyi bekliyordum ama nerdeyse hiçliğin ortasına kurulumuş devasa bir çadır
karşıladı beni. Gene de oldukça kalabalıktı. Ortalık destek için gelmiş koşucu
yakınları ile doluydu. Fakat koşucular dışında başka kimsenin çadıra girmesine
izin vermiyorlardı. Burada sıra sıra dizilmiş otobüsler yarışı bırakcaklar için
hazırlanmış bekliyorlardı. Biraz moral bozucuydu açıkcası. Hızla dropbagimi
aldım. Önce çantadan powerbanki alıp
saatimi şarj etmeye başladım. Sonra
üzerimdeki bütün kıyafetleri değiştirdim.
Gece inmek üzere olduğu için uzun taytımı ve uzun kolluları giydim. O
sırada bir abi yarışı bıraktığını anlatmaya başladı bana. Adam gerçekten çok
üzgündü, nerdeyse ağlıyacaktı ama daha fazla devam edemeyeceği için bıraktığını
anlattı bana. O sırada Cenk geldi. Biraz muhabbet ettik. Sıcak ekstra yemek
olarak peynirli makarna vardı. Biraz makarna yedim. Bir kase çorba içtim. Bolca
peynir yedim ve kola içtim. Cenk burada biraz dinlenip masaj yapacağını
söyleyince ayrıldım istasyondan. Buradan sonra Cenk’le bir daha parkur içinde
karşılaşmadık.
Roselend’den sonra tımanış hafif
eğimle devam ediyor. Ardından “La Gitte”e kadar dik bir iniş var. Hava iyice
karardığı için kafa fenerimi açtım. Ben gece araba kullanırken çok zorlanıyorum.
Bu yüzden gece araba kullanmayı hiç tercih etmiyorum. Aynı şey gece koşuları
için de geçerli. Fenix HP11 gerçekten güzel aydınlatıyor. Fakat ilk fırsatta
daha da güçlü bir kafa feneri alıcam. Kısaca gece görmüyorum ben :) Hava çok güzeldi, yağış yoktu ama rüzgar
çıkınca üşümeye başladım ve yağmurluğumu da giydim. Yağmur, fırtına olsa ne
olurdu merak ediyorum açıkcası.
Gece boyunca koşudan gerçekten
büyük keyif aldım. Şu net ben sıcağı ve sıcakta koşmayı da sevmiyorum :) Tabii gece ister
istemez hızınız düşüyor hele TDS parkurunun zorlu, dik inişlerinde ekstra
dikkatli olmanız gerekli. Gece boyunca
dağda serbestce dolaşan ineklerle karşılaştık. Taa km’lerce öteden çan
seslerini duyabilyorsunuz ve gerçekten çook büyükler :)
Oldukça sert bir iniş sonunda “
La Gitte”e ulaştım. Buralarda sadece chipinizi okumak için gecenin soğuğunda
ateş yakmış, çadırını kurmuş bizi bekleyen bir kaç görevli var. Gerçekten çok
zor bir iş yapıyorlar. Buradan sonra yaklaşık 4 km’de 700 mt irtifa
kazandığınız zorlu bir çıkış bekliyor beni. Gene çıkışta bir sürü yarışçı
geçtim ve gene inişte aynı yarışçılar beni geçti. Bu artık rutine bağlandı :) Roselend’den sonraki
istasyon “Col du Joly”. “Col Est de la Gitte” e tırmandıktan sonra yaklaşık 7
km var bu istasyona. Bir kaç km sonra bu istasyonun ışıklarını görmeye ve
istasyondan gelen müziği duymaya başladım. Hayriye’ye “Col du Joly’ye gelmek
üzereyim. Bundan sonra iniş var, geriye tek çıkış kaldı” diye sms attım. Fakat
istasyona bir türlü ulaşamıyordum. Parkur bizi karanlığın içinde dolandırıp
duruyordu. Gene oldukça tehlikeli ip yardımıyla bir geçiş yaptık. Ardından
geniş bir patikadan istasyona ulaştım. Çok vakit kaybetmeden son büyük çıkış
öncesi istasyon olan “Les Contamines” e doğru devam ettim.
“Les Contamines” büyükçe bir kasaba.
Burada son çıkış öncesi gücümü toplamak istiyorum. Üşüdüm ve ısınmak istiyorum.
En az 60 yaşında ve kulakları duymayan – evet duymuyordu, sadece gülüyordu :) - bir teyzeden kahve
aldım. O kadını gecenin bir vakti orada ayakta diken ve biz koşuculara servis
yaptıran güç, motivasyon nedir acaba diye hayranlık içinde düşünerek bir
tabureye oturdum. Gerçekten hayranlık duyulacak bir şey bu. Biraz kendime
gelince tam sağlık çadırının girişine oturduğumu fark ettim. İçeride yarışı
bırakmış koşucular vardı. Buraya benden çok daha önce gelmişlerdi ama yarışı
bırakmak zorunda kalmışlardı. Yarış boyunca hiç bir şekilde yarışı bırakmak
aklımın ucundan bile geçmedi. Neden buradayım, neden bu kadar uzun koşuyorum,
ne gerek var gibi daha önceki yarışlarda sürekli sorduğum soruları da sormadım
kendime. Fakat burada yarışı bırakmış, battaniyeye sarılmış horul horul uyuyan
elemanı görünce inanılmaz imrendim. Çok nefis uyuyordu valla :)
Hadi artık son bir gayret diyerek
istasyondan ayrıldım. Son büyük çıkış hemen kasaba çıkışında karşıladı beni.
Tırman, tırman, tırman gene tırman. Tırmanışın sonlarına doğru artık patika
felan kalmadı. Bir telesiyej hattının altından tırmanıyorduk. Yarış boyunca ilk
kez bu yokuşta soluklanmak için kısa bir mola verdim. Burada gene ciddi trafik
oluştu. Bir çok yerde önümdekileri filtrelemek için iki elimi kullanarak
kayaların, otların üzerinden tırmanmak zorunda kaldım. İnişle birlikte hava da
aydınlanmaya başladı. Bu nasıl oluyor bilmiyorum ama geceden gündüze çıkıp
doğan güneşi görünce, o güneşin ilk ışıklarını hissedince insan resmen
yenileniyor. Gecenin yarattığı tüm olumsuz ruh hali birden kayboluyor ve benim
de tempom artıyor. Les Houches’a yaklaştıkça yarış boyunca hiç aklıma
getirmemeye çalıştığım “acaba kaç saatte bitiricem” sorusu aklıma düşüveriyor.
Saatime bakıyorum tempomu arttırırsam 28 saat altında bitirebilirim diyorum.
Hatta 27 bile olabilir :) Bacaklarımı test etmeye karar verip yokuş aşağı hızlanıyorum. 100K’dan fazla
koştum ve yaklaşık 7000mt tırmandım fakat hala koşabiliyorum. İznik’te
yaşadığım problemden sonra sürekli quadlarım problem çıkaracak korkusu vardı
üzerimde. Fakat quadlarımın hiç bir sorun çıkarmaması beni çok şaşırtıyor,
resmen gurur duyuyorum kendimle. Sürekli iç sesim “afferim oğlum sana, helal
olsun” diyor ve yarışın o sektöründe oldukça hızlı ve büyük bir keyifle
koşuyorum. E ama herşey o kadar kolay değil. Bir süre sonra sağ kalfimde
oldukça yabancı bir çekme hissedince yavaşlamak zorunda kalıyorum. Fakat keyfim
yerinde 28 saatin altında bitireceğim kesin. Bu da beklentilerimin çok üstünde.
Son istasyon “Les Houches” a
varıyorum. Bir kola içip, ufak bir parça kek yiyiyorum. Yağmurluğumu çıkartıp
batonlarımı katlıyor ve çantama asıyorum, finish’de açacağım bayrağımı tekrar
kontrol ediyorum. Finish için her şey hazır artık. Hayriye’yi arayıp son
istasyondan ayrıldığımı söylüyorum. O zaten nerde olduğumu biliyor ve çoktan
kulübeden ayrılmak için hazırlanmaya başlamış :)
Les Houches Chamonix arası parkur
ana yola paralel geniş orman yolunda geçiyor. Yol boyunca sabah koşusuna çıkmış
insanlarla karşılaşıyorum. Hepside büyük bir saygıyla ve tüm yarış boyunca
kulaklarımızda çınlayan “Alles Alles” tezahüratıyla alkışlıyor. Yaşlı bir Fransız koşucu muhabbet etmeye
çalışıyor benle. Fakat ben tamamen finishe odaklanmış durumdayım, muhabbet
etmek istemiyorum. Amca’da zaten zar zor ingilizce konuşunca tam bir problem
oluyor muhabbet. Adamı da kırmak istemediğimden tuvalet molası verip finish’in
tadını çıkarmasını söylüyor ve uğurluyorum amcayı :)
Sonunda Chamonix’e ulaşıyorum.
Artık finishe çok az kaldı. Birden birinin “Bravo, tebrikler, süper” dediğini
duyuyorum. Bir bakıyorum Serkan Girgin beni karşılamaya gelmiş. “Video
çekecekler, ben haber veriyim” diyip hızla koşuyor. Ben de gururla bayrağımızı
açıyorum.
Etraftan alkış ve tebrik sesleri yükseliyor. Aylardır hazırlandığım
ve bitirip bitiremeyeceğim konusunda şüphelerin içimi kemirdiği bu büyük ve
zorlu yarışı bitirmek üzereyim. Karmaşık düşünceler eşliğinde ama büyük bir
mutlulukla ağzım kulaklarımda finish takının altında geçiyorum. Bitti işte.
Başardım.
Önce Girgin kardeşleri görüyorum,
ilk onlar tebrik ediyor beni. Yarış öncesi fuarda verdikleri nazar boncuğunu
yarış boyunca çantamda taşıdım. Yarışın son anlarını içeren nefis bir de video
hazırladılar. Onlara ve Argeus’tan Koray’a burdan tekrar çok teşekkür ederim.
Girgin Kardeşlerle :) |
Daha sonra fotoğraf çeken en büyük destekçim, eşim Hayriye geliyor. Sarılıyoruz
hasretle. Onun desteği olmasa kesinlikle başaramazdım.
Biraz fotoğraf çekip finisher
yeleğimi alıyorum ve kulübeye dönüyoruz.
Kulübenin önünde Paul'ün tebriğini kabul ederken :) |
Güzel bir duş ve yemek sonrası çay
içerken başarmış olmanın verdiği iç huzurla uykuya yenik düşüyorum.
Paul ve Dominuqe seneye UTMB’ye
davet ediyor. Bakarsınız seneyede UTMB raporumu okursunuz :)
Süpersin Mali, koşmaya devam...Yazmaya da...
ReplyDeleteTeşekkürler Abi. Hep beraber inşallah :-)
Delete